16 Ağu 2009

Fal/ez

Bank denize nazır bir armağan
Kalkıp yürüdü iki kişi
Unutulmuş bir çiklet kabı ardında

Gülüyor dudakları iki yandan
Belli dokunulmamış henüz
Okuyorum telaşla ve sıkıyorum sımsıkı
Falezlere seğirtiyorum
Güneş saatine bakıyor çalı gölgesinde
Az, az önceydi diyor rüzgâr
Sırtında kırbaçları hissetmeyen at gibi
— Kaç kişi?
—İki
Ne mutlu!
—Hayır, biri gölgesi
Ah... ne kadar çabuk
İnsan okumaz mı?..

8 Ağu 2009

TERLİK

Ay ışığında çocuklar terlikli
Çeviriyorlar yerküreyi
Birinde ip, diğeri havada elleri
Ürpertisiz ve neşeli
Gece ki oyuna çağrı
Korkulmamalı
Balkondan bakarken babaları.

Pencerede bir çift göz
Yanına kıvrılmış ipi
Eşikte terliği…

5 Ağu 2009

Sincan İstasyonu’nda Bir Yabancı!

Üstad Arif Ay Edebiyat Ortamı’nda dergileri inceleyip paylaşıyor bizimle. (bunu değerlendirmek haddim değil lakin bu bir blog olunca pervasızlığım salına salına gezebiliyor işte.) Bir nevi bizi kurtarıyor okumayı isteyip de çoğunu es geçtiğimiz dergileri irdeleyerek. Pişirip servis yani. Öte yandan gözden kaçanlara da işaret ediyor. Bu zahmetli koşturmacanın en kıymetli ürünü bu olsa gerek. “Ayın dizeleri” ise kaymağı.
“Sincan İstasyonu” dergisinde aklıselim olan herkesin yüreğini sızlatacak bir yazı kaleme almış yazarın biri. Üstad metanetini muhafaza etmeye çalışsa da söylenenler yenilir yutulur cinsten olmayınca kendinden EMİN, kısa ama ÖZüne yakışır DEMİR gibi sağlam iki üç cümleyle karşılık veriyor. Uzatmadan sündürmeden. Belli ki seçtiği kavramlardan “söylenecek daha çok şey var ama değmez, ancak karşılıksızda bırakılamazdı” yı anlıyoruz. Son paragrafta ise kalitenin kriterini şahsın kendi yazısında adı geçen yazarın üslubundan alıntıyla koymuş. Anlayana elbette…
Teşekkür ve hürmetlerimizi sunduktan sonra ilgili kısmı alıntılayalım (Not: Derginin adı anılarak alıntıya izin verilmiş.)

Sincan İstasyonu’nun Haziran 2009 sayısında Emin Özdemir, “Ceyhun Atıf Kansu’ya Mektup” başlıklı yazısının bir yerinde şöyle diyor: “Geçen mektubumda yazmıştım, senin mutluluk düşleri gördüğün sevgili yurdun kör bir karanlığın içinde bugün. Her geçen günle, o kör karanlık daha bir yoğunlaştı, daha bir koyulaştı. Senin şiirlerinde, düz yazılarında sık sık yinelediğin “bağımsızlık gülü”ne tırtıllar “Cumhuriyet ağacına” da kemirgenler dadandı. Köşe başlarını şeriatçı sırtlanlar, bir de onursuz dönekler tuttu Ceyhun ağabey!..
Asıl neye yüreğim yanıyor biliyor musun; senin sözlüğünde önemli bir yer tutan “halk” sözcüğü şimdi aymazlığın, uyuşturulmuşluğun bir tür simgesi oldu. Akıl tutulmasına uğramış halktan büyük bir bölümü; halk avcılarının, kemirgen ve sürüngenlerin gerçek yüzünü göremiyorlar, görmüyorlar!”

Şimdiye kadar hiçbir siyasi partiye yakın olmadım. Şimdi de öyle... Güncel siyasetten ve siyasilerden uzak durdum. Güncel siyasetin, hele de günümüzde, tam bir ağız dalaşı, kör dövüşü olduğuna inananlardanım. Ülkemiz sorunlarının çözümlerinin güncel siyasetin çok çok üstünde, köklü bir kavrayışı, salim bir düşünmeyi ve irdelemeyi gerektiren oluşumlarda olduğunu düşünüyorum. Üstelik ülkemizin çözülebilir basit sorunlarının bile güncel siyasetin kör dövüşünde çözülemez sorunlar haline dönüştürüldüğünü de görüyorum.
Güncel siyasetten ve siyasilerden uzak oluşum, olup bitenleri göremediğim, onların sonuçları üzerinde düşünmediğim anlamına gelmez. Bir siyasi partinin yanlışlarından dolayı o partiye oy verenlerin inançlarına, dünya görüşlerine hakaret etmem, onları küçültücü değerlendirmeler yapmam. Emin Özdemir gibi. Oysa görülüyor ki. Ak Parti iktidara geldiği günden beri bazı çevreler, kırmızı görmüş boğa refleksiyle, milletimizin en yüce değerlerine sürekli saldırıyorlar. Ülkenin bütün kaleleri, limanları işgal edilmiş, ülke karanlığa boğulmuş, irtica, gericilik almış başını gitmiş gibi hayali bir tablo çiziyorlar sürekli. Tam bir paranoya! Cehaletin, körlüğün, saygısızlığın, yabancılaşmanın, kimliksizliğin sonucu bir durum bu.

Emin Özdemir’in bu mektubundan aldığım ifadedeki bölüm, bu düşüncelerimi açıklamama neden olurken, öte yandan beni 1977’ye, Edebiyat dergisi’ne götürdü. O dönemlerde, dergilerde incitici olmayan, okurların da yararlandığı, bir şeyler öğrendiği düzeyli tartışmalar yapılırdı. İşte o tartışmalardan biri de Nuri Pakdil ile Ceyhun Atıf Kansu arasında geçer. Nuri Pakdil, Ceyhun Atıf Kansu’nun Cumhuriyet gazetesi 4 Haziran 1977 sayısının sanat-edebiyat sayfasında yapılmış bir konuşmasına değinir. Bu değini üzerine de Ceyhun Atıf Kansu, Edebiyat dergisi’ne Nuri Pakdil’e hitaben bir mektup gönderir. Sözünü ettiğim inceliği örneklemek için Nuri Pakdil’in değinisinden ve Ceyhun Atıf Kansu’nun mektubundan küçük alıntılar alıyorum buraya. Önce Nuri Pakdil’in değinisinden bir alıntı: “Usta bir ozandır Ceyhun Atıf Kansu, yıllardır emek vermektedir şiire. Şiir üstüne, sanat üstüne söylediklerini ilgiyle okudum her zaman, okurum, düşündüm, düşünürüm söyledikleri üstünde. (...) İzni olursa Ceyhun Atıf Kansu’nun konuşmasının bir bölümündeki savlarına katılmayacağımı söyleyeceğim hemen. Yalnız katılmamakla mı kalacağım? Bir de karşı çıkacağım, büyük bir yanılma içinde olduğunu, bu savların tarihsel olguya ters düştüğünü de söyleyeceğim.” Ceyhun Atıf Kansu’nun mektubundan bir bölüm: “Bu değini üzerine hoş görülü, sıcak, dostça bir tartışma yazısı yazmak isterdim. (...) Derginizi dikkatle, diyebilirim ki sevgiyle okuyorum. Bir öğretide sağlam, çağdaş ve içtenlikli olmanız sevgi ve saygı uyandırıyor bende. Karşı çıkarken de insanca ilişkilerin özündeki saygıya bağlı kalıyorsunuz. Bu sağtöre bağlılığı gönendiriyor beni.”
Arif Ay
Edebiyat Ortamı /9
Dergiler Arasında:62

3 Ağu 2009

Çubuk-Karagöl

Kimden Çubuk Karagöl
(30 Tem. 09) Beş kafageniş (dar mıydı?) Karagöle dinlenmeye gid(tik)iyoruz. Çadırımızıda kurduk, lakin gecelemedik. Keşke geceleyecek malzeme alsaydık yanımıza, neyse. Kahvaltıdan sonra önce bir göl turu yaptık ardından ormandan ilerleyerek kayalıklara çıktık. Manzara enfes. Hele daha yukarıları bir başka. Kayaların aralarında nefis kokulu böğürtlenleri yemekte çok hoştu. Fani Bey, İskender Hoca ve Ufuk yolu kısa tutup ilk tepecikten geri döndüler böğürtlene böğürtlene. Ünal Hocada biraz daha tırmandı sonra o da ormana dalarak dinlenmeye çekildi. Bendeki zirve saplantısı burda da durmadı. İlk denediğim yamaçtan sora vaz geçmiştim ama ilerdeki sel yatağından çıkılabileceğine kani olunca duramadım tırmandım. Epey zorlandım ama deydi. Zirveden karagöl ve civarını seyretmenin tadı bir başkaymış velhasıl. İnişte ilerde daha müsait bir yer buldum. İniş çıkışa göre gayet rahat oldu. Öğle yemeğinde Ünal hoca acılı adanaları ve tavuk butlarını serdi önümüze. Yedikçe yiyesi geliyor insanın böyle ortamlarda. Çadırda kısa kestirmeler iyi geldi. Son bir orman yürüyüşü yaptık orman kesim alanları güzergahında. Kaya fırlatma oynadık. Ünal hocanın icadı bir oyun zannımca. Ama rakip olamadı yazıkki. Hava karardı. Karpuz felan derken toplandık aheste aheste dağ yollarından kıvrıla kıvrıla döndük mekanlarımıza...